Patara:
Patara antik kenti Antalya - Fethiye
arasında, Ksanthos vadisinin güneybatı ucunda deniz kıyısında yer alır.
Tanrı Apollon’un doğduğu yer ve Apollon kehanet merkezi olarak bilinen
Patara, Lykia'nın en önemli ve en eski kentlerindendir.
Patara’nın tarihsel varlığına ilişkin ilk verileri Apollon kehanetiyle
ilgili olarak tarihçiler Herodotos ve Hekataios’tan öğrenmekteyiz. Pers
komutanı Harpagos yönetiminde ordunun İ.Ö. 540 yıllarındaki Lykia
seferini anlatan ilk bilgiler Herodotos’a aittir.
Önceleri kent hakkında 6. yüzyıl öncesi hakkında yeterli tarihsel ve
arkeolojik bilgi bulunmamaktayken, 1988 yılından beri kesintisiz
yürütülen Patara kazılarında, Tepecik’te Tunç Çağı buluntularıyla bir
arada ele geçen Protogeometrik çömlek parçaları, İ.Ö. 11. ve 10. yüzyıla
tarihlenerek daha erken dönemler hakkında bilgi sahibi olmamız
sağlanmıştır. Ayrıca Tepecik Sarnıcı içinden çıkan iki adet terrakotta
heykelciğin Geç Tunç Çağ ya da Erken Demir Çağ içlerinden olması da
sürekli bir yerleşimin izlerini işaret etmektedir.
Patara’nın en önemli yapılarından biriside Erken Roma Dönemi’nde yapılan
Yol Kılavuz Anıtı’dır (Miliarium Lyciae). Bunun yanı sıra Patara
Nekropolü ve mezar mimarisi kentin önemine koşut olacak denli çeşitli ve
zengindir. Klasik bir Lykia kentine göre az sayıda da olsa, erken
dönemi simgeleyen mezar bulunmaktadır. Buna karşın özellikle Hellenistik
ve Roma Dönemi’ne ait çok sayıda farklı mezar mimarisi de Patara’ya
özgüdür. Faklı tipte anıt mezarları yansıtan yapılar genelde limanın
çevresinde yer almaktadır. Kentin mimarisine genel olarak bakıldığında
da hem dönemsel hem de mimari açıdan oldukça geniş ve gelişmiş bir
düzeyde olduğu görülmektedir.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2020 yılını Patara Yılı ilan
etti. Vali Münir Karaloğlu'nun 2020 Patara Yılı açıklaması için
aşağıdaki videoya tıklayabilirsiniz.
Medeniyetler beşiği: 'Patara'
Patara Antik Kenti Kazı Başkanı Prof. Dr. Işık, Patara Antik Kenti'nin
günümüze kadar çok az kesintiyle devam eden bir tarih sarmalı olduğunu
belirterek, "Burası, medeniyetlerin adeta beşiği, Anadolu'nun en özel
kentlerinden birisi." dedi.
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı da olan
Prof. Dr. Havva İşkan Işık, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın
2020'yi "Patara Yılı" ilan etmesine ilişkin kararın turizme önemli
katkısının olacağına inandığını söyledi.
Geçen yıl Patara Antik Kenti'ni 300 bin kişinin ziyaret ettiğine işaret
eden Işık, bu kararla rakamın 2020'de 1 milyonu bulmasını beklediklerini
dile getirdi.
M.Ö. 1. yüzyılın ortalarında 23
kentten oluşan Likya Birliği'nin, Teke Yarımadasında Fethiye'den
Antalya'ya uzanan bölgede egemenlik alanının bulunduğunu ifade eden
Işık, Likyalıların Anadolu'da kendine özgü bir kültürünün olduğunu
kaydetti.
"Patara'nın Tarihi Kesintisiz Devam Ediyor"
Antik Myra kentinin piskoposu, "Noel Baba" olarak da bilinen Aziz Nikolas'ın Patara'da doğduğunu anlatan Işık, şöyle konuştu:
"Din öğretisini burada almış.
Patara'nın tarihi kesintisiz devam ediyor. Cem Sultan, babası Fatih'in
emriyle Rodoslularla Patara Limanı'nda bir buluşma gerçekleştiriyor.
Sultan 2. Abülhamid tarafından buraya telsiz telgraf istasyonu yapılmış.
Günümüze kadar çok az kesintiyle devam eden bir tarih sarmalının
içindeyiz. Burası, medeniyetlerin adeta beşiği, Anadolu'nun en özel
kentlerinden birisi. Bu standartlarda bir kent her zaman karşımıza
çıkmıyor.” dedi.
"Çok Önemli Bir Kent"
Işık, Patara'nın başkent olmasının dışında, çok fazla eser bulundurduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:
"Likya Birliği'nin meclis binası burada. Deniz feneri ayağı kaldırılmayı
bekliyor. Proje çalışmalarını tamamladık. İnşallah bu yıl içerisinde
başlayacak. Tiyatrosuyla, İmparator Neron tarafından yaptırılan
hamamıyla, dünyada eşi olmayan yol kılavuz anıtıyla çok önemli bir kent.
Kentte 13 kilise bulunuyor. Hristiyanlık tarihi açısından da çok
önemli. Limanıyla, deniz ticaretiyle Likya'nın dünyaya açılan
kapısıydı." dedi.
Anadolu kültürünün tamamıyla kendine ait ve özgün olduğunu ifade eden
Işık, "Tüm dünyada uygarlık adına bildiğimiz her şey bu coğrafyada
yaratılmıştır. Göbeklitepesi, Troyası, Patarası ile Anadolu, uygarlıklar
üreten bir coğrafyadır." ifadelerini kullandı.
Saklıkent Kayak Merkezi
Torosların Beydağları kısmında yer alan Bakırlıdağ kuzey yamacına
kurulmuş 500 dağ evi ve kayak tesislerinden oluşan bir kayak
kompleksidir.
Akdeniz`e ve Ekvator`a en yakın kayak tesislerinden birisi olan
Saklıkent kayak merkezinde Aralık 10 – Nisan 10 arasında yaklaşık 120
gün kaliteli kayak imkânı vardır.
Özellikle Şubat sonu ve Mart aylarında " Gündüz Kayak, öğleden sonra
deniz" sloganı ile öne çıkan Saklıkent kayak merkezi, Ilıman iklimi
sayesinde ülkemizdeki sıcaklığın en yüksek olduğu kayak merkezidir.
Güneşli gün sayısı sezon boyunca 50-60 günü bulur. Saklıkent kayak
merkezinde Ortalama kar kalınlığı 100 – 200 cm olup, zirvede zaman zaman
4 metreyi bulur.
Antik dönemde Pamfilya’nın
en önemli liman kenti olan Side, Antalya’nın 80 km doğusunda,
Manavgat’ın 7 km güneybatısında bulunan 350-400 m genişliğinde bir
yarımada üzerinde kurulmuştur.
Side, MÖ VII. yüzyılda bir yerleşim merkezi olmuştur. MÖ VI. yüzyılda tüm Pamfilya ile birlikte Lidya Krallığı'nın
egemenliğine girmiş, Lidya Krallığı’nın 547/46’da yıkılışından sonra
Perslerin hâkimiyeti altına girmiştir. Bu devirde özgürlüğünü bir ölçüde
koruyan kent, kendi adına sikke basmıştır. Büyük İskender’in
Anadolu seferinde (MÖ 334) hiçbir direniş göstermeden kapılarını
Makedonya kralına açan Side, daha sonraları İskender’in kurduğu büyük
sikke basım merkezlerinden biri olmuştur. İskender’in ölümünden sonra Helenistik Dönem krallıkları arasında sürekli el değiştiren Side, MÖ III. yüzyılda, önce Ptolemaiosların, MÖ 215-189 yıllarında da Seleukosların egemenliği altındadır. Şehir en çok Antiokhos III ile dostça ilişkilerde bulunmuş, Suriye Krallığı'nın Bergama ve Rodos krallıklarının desteğini sağlamış, Romalılara karşı açtığı savaşta Side donanmasıyla, Seleukoslar'ın
yanında yer almıştır. Bu savaş sonunda Seleukoslar yenik düşünce MÖ 188
yılında yapılan Apameia barışına göre Pamfilya ve bu arada Side de
Bergama Krallığı’na verilmiştir. Buna karşın Side bir süre sonra yeniden
bağımsızlığına kavuşmuş ve tarih içerisindeki en parlak devirlerinden
birini yaşamıştır.
MÖ 138 yılında Suriye tahtına oturan sonraları ise “Sidetes” lakabını alan Antiokhos VII’nin
gençliğinde öğrenim görmesi için Side’ye gönderilmesi, kentin Doğu
Akdeniz’de ne denli önemli bir kültür merkezi olduğunun göstergesidir.
Kentin bu parlak dönemi fazla uzun sürmemiştir. MÖ 1. yüzyılda Pisidya ve dağlık Kilikya
bölgelerinde başlayan korsanlık, Pamfilya ve dolayısıyla Side’ye de
atlamış, korsanlarla başa çıkamayan Sideliler liman ve pazarlarını
onlara açmak zorunda kalmışlardır. Sonunda MÖ 78 yılında Romalı konsül Publius Servilius’un bölgeyi korsanlardan temizlemesi üzerine Side de Pamfilya’nın diğer kentleri gibi Roma İmparatorluğu’na
bağlanmıştır. MÖ 25 yılından sonra ise Augustus Pamfilya bölgesini
doğrudan doğruya kendisine bağlı bir memurun yönettiği eyalet haline
getirmiştir. Bu tarihten sonra Side Roma’ya bağlı eyaletin bir kentidir.
MS II. ve III. yüzyıllarda parlak bir dönem yaşayan Side, IV. yüzyılda
fakirleşen bir Hıristiyan şehri görünümündedir. V. ve VI. yüzyıllarda
üçüncü ve son parlak zamanını yaşayan kent, Doğu Pamfilya Metropolitliği'nin başkenti olmuştur. IX. ve X. yüzyıllarda Arap akınlarıyla iyice zayıf düşen kentten Bizans imparatoru Konstantinos Porfirogennetos
(913-959) “De Thematibus’’ adlı eserinde bir “korsanlar yuvası” olarak
söz etmektedir. Arap coğrafyacısı İdrisi ise (1150’ye doğru) Side’yi
“Yanık Antalya” olarak adlandırmakta, halkının ise iki günlük mesafede
bulunan “Yeni Antalya”da iskân edilmiş olduğunu bildirmektedir.
Ticaret ve liman kenti olarak tanınan
Side Antik Kenti kalıntıları üzerinde XX. yüzyıl başlarında Giritli göçmenler tarafından
Selimiye Köyü
kurulmuştur. Bir yarımada üzerine kurulmuş olan Side diğer Pamfilya
kentlerinde olduğu gibi şehrin ana kapısından başlayan bir anıtsal cadde
boyunca uzanmaktadır. Kuzeydoğudaki “Büyük Kapı”dan başlayan ana cadde,
Tiyatro önündeki kavis dışında hemen hemen düz bir çizgi şeklinde
yarımada boyunca ilerleyerek tapınaklar yakınında büyük bir meydanla
sona erer. Kentin ikinci büyük caddesi de “Büyük Kapı”dan kentin
güneyine doğru uzanmaktadır. Her iki cadde de sütunlu olup, iki
taraflarında korint başlıklı sütunlu portikler ve bunların gerisinde de
bir sıra dükkân vardır.
Antalya - Alanya karayolunun 44'üncü kilometresinden kuzeye dönen yolun 2'nci kilometresinde yer alan Aspendos, sadece Anadolu’nun değil tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunagelmiş Roma Dönemi tiyatrosuna sahip olmasıyla ünlüdür. Şehir, bölgenin en büyük nehirlerinden Köprüçay (Antik Eurymedon)
yakınlarındaki tepe düzlüğünde kurulmuştur. Akdeniz ile ulaşımını ve
gelişmesini yakınındaki nehre ve dolayısıyla çevresindeki bereketli
topraklara borçlu olan Aspendos’ta bugün çoğunlukla tiyatro ve suyolları
ziyaret edilir. Şehre ait diğer yapıların kalıntıları ise tiyatronun
yaslandığı tepenin düzlüğünde yer alır.
Tarihçiler şehrin yakınlarında akan nehrin kenarında İ.Ö. 467 yılında Yunanlılarla Persler arasında geçen, Eurymedon Savaşı adıyla anılan savaşta Yunan tarafının kazandığından bahseder. Aspendos, Büyük İskender’e
hileli yollarla direnme göstermeye çalışsa da sonuçta teslim olup,
şehirde yetiştirilen ünlü atlar ve altın karşılığındaki vergi borcunu
kabul etmişlerdir. İskender’in ölümünden sonra Ptolemaios egemenliğine giren şehrin, en parlak dönemi şüphesiz, ünlü tiyatro ve suyollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemidir.
Aspendos Tiyatrosu, gerek mimari özellikleri gerekse
iyi koruna gelmişliği ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en
seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına
adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son
çizgilerini sergiler. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos
tiyatrosu 15–20 bin kişi alabilmekteydi. İmparator Marcus Aurelius devrinde (İ.S. 161–180) Theodoros’un oğlu mimar Zenon tarafından inşa edilmiştir. Girişin iki anında Grekçe ve Latince yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus
adlı şehrin zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en önemli kalıntıları
suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının günümüze dek
koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Genel görünümü, yaklaşık 1
kilometre uzunluğundaki kuzey-güney konumlu kemerli köprünün her iki
ucundaki su basınç kuleleri oluşturur. Şehrin suyu tepede yer yer
görülebilen ana kayaya oyulmuş armut şekilli sarnıçlarda toplanırken,
İ.S. 2. ve 3'üncü yüzyıllarda tüm yapılarla beraber suyolu sistemi
geliştirilerek suyun daha düzenli elde edilmesi başarılmıştır.
Tiyatronun yaslandığı, yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin
üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal
çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak,
görülmesi gerekli kalıntılardır.
Böylesine ufak bir ölçekte bir kentin tüm Akdeniz dünyasının en geçerli
parasını basması ve anıtsal yapılarla donanması ekonomisindeki
rahatlıkla açıklanabilir. Şehir ekonomisini ayakta tutan en önemli ihraç
ürünü bugün kurutulup pamuk tarımında kullanılan, yakınlarındaki Kapria Gölü'nden
elde dilen tuzdur. Diğer ihraç ürünleriyle beraber ulaşıma elverişli
nehir aracılığıyla diğer Akdeniz pazarlarına gönderilen tuz, şehrin en
önemli gelir kaynağıydı. Ayrıca bağcılık ve buna bağlı olarak
şarapçılık, zeytin ve zeytinyağı ile diğer tahıl ürünleri ve yaş meyve
şehrin tarıma dayalı diğer ihraç ürünleriydi. Tarihçiler Aspendos’ta
yetiştirilen atların tüm Yakındoğu ve Akdeniz dünyasının en aranır
atları olduğunu yazarlar. Aspendos, Bizans ve Selçuklu
dönemlerinde varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ünlü tiyatroda
Selçuklu dönemi onarım izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal
kapı eklentisinde ve cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva
kaplamada görmek mümkündür. Selçuklu sultanlarının konakladıkları,
kervansaray olarak düzenlendiği düşünülen sahne binasının günümüze dek
sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni de bu Selçuklu onarım ve
korumacılığına bağlanır. Mustafa Kemal Atatürk de 1930 yılında burayı
ziyaret etmiş, “onarılıp yeniden kullanılması” için direktifler
vermiştir.
Antalya'da turistlerin en fazla ziyaret ettiği yerlerin başında gelen
Aspendos Antik Kenti, doğal bir stüdyoyu andıran mimarisiyle
ziyaretçilerin dikkatini çekiyor.
Genel Bilgi
Attalos Yurdu anlamına gelen Antalya, II. Attalos tarafından
kurulmuştur. Bergama Krallığı’nın sona ermesiyle (M.Ö. 133) bir süre
bağımsız kalan kent, daha sonra korsanların eline geçmiştir. M.Ö. 77’de
Komutan Servilius Isauricus tarafından Roma topraklarına katılmıştır.
M.Ö. 67’de Pompeius’un donanmasına üs olmuştur. M.S. 130’da Hadrianus’un
Attaleia’yı ziyaret etmesi şehrin gelişmesini sağlamıştır. Bizans
egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan ismi görülen Attaleia,
Türklerin eline geçtikten sonra büyük bir gelişme göstermiştir. Modern
şehir antik yerleşmenin üzerine kurulduğundan, Antalya’da antik çağ
kalıntılarına çok az rastlanmaktadır. Görülebilen kalıntıların ilki,
eski liman olarak nitelenen liman mendireğinin bir kısmı ve limanı
çevreleyen surdur. Surların park dışındaki kısmında restorasyonu yapılan
Hadrian Kapısı Antalya’nın en güzel antik eserlerinden biridir.
Attaleia’da, bütün antik şehirlerde tapınak, agora, tiyatro gibi yapılar
olduğu biliniyorsa da bugün bunların yerini saptamak imkânsızdır
Kaleiçi; büyük bir bölümü yıkılmış ve yok olmuş at nalı şeklinde içten
ve dıştan surlarla çevrilidir. Surlar, Helenistik, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı devirleri ortak eseridir. Surların 80 burcu vardır.
Surların içinde kiremit çatılı 3000 kadar ev bulunmaktadır. Evlerin
karakteristik yapıları Antalya'nın sadece mimari tarihi hakkında fikir
vermekle kalmaz, aynı zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve
görenekleri en iyi şekilde yansıtır.
1972 yılında Antalya iç limanı ve
Kaleiçi semti, özgün dokusu nedeniyle "Gayrimenkul Eski Eserler ve
Anıtlar Yüksek Kurulu" tarafından "SİT bölgesi" olarak koruma altına
alınmıştır. Turizm Bakanlığı'na "Antalya- Kaleiçi Kompleksi" restorasyon
çalışmasından dolayı, 28 Nisan 1984’de FİJET (Uluslararası Turizm
Yazarları Birliği) tarafından Altın Elma Turizm Oskarı ödülü
verilmiştir. Günümüzde Kaleiçi otelleri, pansiyonları, restoranları ve
barları ile eğlence merkezi haline gelmiştir.
Türkiye’nin güney-batısında Akdeniz kıyısında yer alan Antalya tarih
boyunca Anadolu’nun denize açılan kapılarından biri olmuştur. Antalya
Kaleiçinde Attaleia Antik Kenti kuruluşundan önce Yat limanında Korykos
adı ile bir korsan limanı bulunduğu antik kaynaklardan bilinmektedir.
“Kaya Kovuğu” anlamına da gelen Korykos, falezlerin hem doğal yapısı hem
de sığınma limanı oluşu bakımından önem taşımaktadır. Liman ve
gerisinde gelişen Antik Attaleia kenti M.Ö. 2 yy.’dan itibaren
kesintisiz iskan görmüş ve günümüze kadar yaşayabilmiştir.
Antalya Antik Şehri, at nalı şeklindeki iki kalın duvar tarafından
korunmaktadır. Bu sur şeklindeki duvarlardan biri deniz kıyısı
koyundadır ve diğeri de kara tarafında bulunmaktadır. Bu duvarlara ek
olarak çeşitli yerleşim birimlerini birbirinden ayıran duvarlar da
vardır ve dış duvarlarda yaklaşık elli adımda bir kule bulunmaktadır. Bu
duvarların yapılış tarihi antik dönemlere kadar gitmektedir. Romalılar
bu Helenistik duvarların temelini atmışlar ve Selçuklularda genişletmiş
ve onarmıştır.
Duvarlar yapılırken üzerlerinde antik
yazıtlar bulunan birçok taş blok kullanılmış ve bunlar 19. yy’a kadar
çok iyi korunabilmiştir. Bugün şehir içinde duvarların ancak Hıdırlık
Kulesi, Hadriyan Kapısı ve Saat kulesi gibi kalıntılarına
rastlanabilmektedir. Deniz tarafından kaplanan antik şehir ve duvarlar
günümüzde Kaleiçi diye adlandırılmaktadır. Caddeler ve binalar hala
Antalya’nın tarihini yansıtan birçok işaretle doludur. Evlerin
karakteristik yapıları Antalya’nın sadece mimari tarihi hakkında fikir
vermekle kalmaz aynı zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve
görenekleri, yaşam alışkanlıklarını en iyi şekilde yansıtır.
Sur içindeki dar sokaklar limandan yukarıya duvar boyunca uzanırlar.
Yivli Minare, Keyhüsrev Medresesi, Karatay Medresesi, İskele Camii,
Tekeli Mahmut Paşa Camii sur içindeki önemli tarihi eserlerden sadece
bazılarıdır. Yat limanı eski şehrin gün ve gece boyunca sergilediği
nefes kesici manzara uluslararası ressam şair ve yazarlara ilham kaynağı
olmuştur.
Antalya Kaleiçi, batıda deniz, kuzey ve doğuda ana caddeler ve bu
caddelere paralel uzanan ve günümüzde de bir kısmı ayakta olan surlarla
sınırlandırılmıştır. Bu belirgin sınır eşikleriyle Kaleiçi, kent
merkezindeki katlı yapılaşmadan korunabilmiş, geleneksel doku, günümüze
kadar korunarak özgün yaşayabilmiştir.
Kaleiçinin yerleşme dokusu, Cami Sokak ve Hıdırlık sokak boyunca uzanan
orta sur duvarı ayrımı ile iki farklı şekilde oluşmuştur. Cumhuriyet
Caddesi ile bu sakaklar arasındaki alan, topografyaya ve sur duvarlarına
uygun olarak organik gelişmiştir. Sokaklar arasında kalan adalar
düzenli biçimde değildir. Adaların büyüklüğü ve uzunluğu değişkendir.
Orta Sur Duvarı ile Karaalioğlu parkına kadar uzanan ve dış surların
Hıdırlık Kulesi ile sonlandığı alan ise ızgara dokuludur. Yapı adaları
genellikle düzgün dikdörtgen formludur. Her iki dokuda da evler bir
cepheleri ile sokağa otururken bir cepheleriyle de bahçeye açılır.
Sokağa uygun olarak yapılan zemin kat planları düzenli değildir. Birinci
katta çıkmalar yapılarak planları düzenlenir. Çıkmalar hem yapının plan
şemasını zenginleştirir, hem de değişik çıkma biçimleri, sokaklar ve
küçük meydanları biçimlendirir.
Kaleiçinde iki veya üç katlı olan evlerin bazılarında ara kat mevcuttur.
Alt katlar üst katı da taşıyan taşlık ve avlunun yerleştiği servis
mekânlarıdır. Günlük yaşamın geçtiği bu katta kuyu, ocak, ahır ve depo
gibi kullanılan bölümler yer alır. Bu mekânları çeviren yüksek duvarlar,
evin mahremiyetini de sağlar. Taşlığı birinci kata bağlayan iç
merdivenler ara kata geçiş olanağı da verir. Ara katlar depo olarak
kullanıldığı gibi kışlık oda olarak da kullanılabilirler. Üst katta
odalar birbirine sofa ile bağlanarak sofaya açılmaktadır. Sofaya açılan
odaların her biri günlük yaşamın devam edebileceği şekilde
biçimlenmiştir.
Hadrian (Hadrianus) Kapısı: Antalya'daki tarihi
yapılardan en iyi korunmuşlarından birisidir. Bir Roma eseri olan yapı,
İ.S.130 yılında Roma İmparatoru Hadrian adına yapılmıştır. Zamanla şehir
surları kapının dış kısmını kapatmış ve kapı uzun yıllar
kullanılmamıştır. Eserin günümüze değin yıkılmadan gelebilmesinin bir
nedeni belki de budur. Sur kalıntılarının yıkılması ile kapı ortaya
çıkarılmıştır. Pamfilya'nın en güzel kapısı olarak kabul edilmektedir.
Üst kısımları kubbe şeklinde üç açıklık vardır. Sütunları hariç tamamen
beyaz mermerden yapılmıştır. Oyma ve kabartma süslemeleri çok güzeldir.
Kapının orijinali iki katlıdır.
Kapının iki tarafında, kapı ile aynı zamanda yapılmadığı bilinen iki
kule vardır. Bunlardan güneydeki Julia Sancta kulesi olarak bilinir ve
bir Hadrian devri eseridir. Süslemesiz blok taşlardan yapılmıştır.
Kuzeydekinin ise alt kısımları antik çağa ait olup üst kısmı
Selçuklu'lar zamanından kalmadır.
Kapının önünde durup birkaç saniyelik bir değerlendirme yapınız. Bir
yanda modern Antalya'nın çift sıra palmiyelerle ikiye ayrılmış Atatürk
Caddesi. Kapının arkasında ise eski Antalya, geçmişle günümüz arasında
Pamfilya'nın en güzel kapısı. Bu kapının iki yanında ise iki ayrı çağ ve
medeniyetin eseri kuleler. Çağlar ve medeniyetlerin uyum içinde birbiri
ile kaynaşması. Bu durum Antalya'nın pek çok yerinde görülebilen ilginç
bir özelliktir.
Hıdırlık Kulesi: Kara surlarının en güneydeki başlangıç
noktasında bulunan alt kısmı kare, üst kısmı silindir şeklinde olan bir
kuledir. Antik çağdan kalma bir yapı olup, içinde kare şeklinde büyük
bir kütle vardır. Kulenin yapısı son derece sağlamdır. İçyapısının
özelliği nedeni ile savunma amacıyla kullanılan ya da işaret ateşi
yakılan bir yer olduğu sanılmaktadır.
Şehzade Korkud Camii: Yapı elemanları incelendiğinde
camiinin geçmişinin İ.S. II. yüzyıla kadar uzandığı görülür. Bulgular
yapının, İ.S. V. yüzyılda mevcut antik bir tapınak üzerine Bazilika
olarak yapıldığını göstermektedir. II. Beyazid'in oğlu Sultan Korkud
tarafından cami'ye çevrilmiş ve yapıya bir minare eklenmiştir.
Minare'nin ağaç kısmı XIX. yüzyılda çıkan bir yangında yanmış ve o
zamandan beri Kesik Minare adı yerleşmiştir. Harap durumda olan eser
restore edilip ziyarete sunulmuştur. Fakat ziyaretçilere aynı yapı
içinde Antik Bizans ve Selçuklu yapı unsurlarını sunma yönünde eşine
ender rastlanır bir kalıntı olarak hizmet vermeye devam etmektedir.
Yivli Minare Külliyesi: Kalekapısı semtinde bulunan ve
çok sayıda Selçuklu yapıtından oluşan eserler topluluğudur. Külliye'de
bulunan yapılar şunlardır: Yivli Minare, Yivli Camii, Gıyaseddin
Keyhüsrev Medresesi, Selçuklu Medresesi, Mevlevihane, Zincirkıran
Türbesi ve Nigar Hatun Türbesi. Yivli Minare Antalya'daki ilk islam
yapılarındandır. XIII. yüzyıla ait bir Selçuklu eseridir. Kaidesi kesme
taştandır. Gövde kısmı tuğla ve firuze renkli çinilerden yapılmıştır. 8
yivlidir. Minare günümüzde Antalya kentinin sembolü durumuna gelmiştir.
Yüksekliği 38 m. olup 90 basamaklı bir merdiven ile çıkılmaktadır. Yivli
Minare Camii, Yivli Minare'nin hemen batısındadır. Anadolu çok kubbeli
camii türünün en eski örneğidir. Yarım küre şeklinde 6 adet kubbe ile
örtülüdür. 1372 yılında Balaban Tavşi'ye yaptırılmıştır. Yapısında diğer
elemanların yanı sıra antik kalıntılardan yararlanıldığı da
görülmektedir. Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi, Atabey Armağan tarafından
1239 tarihinde, Gıyaseddin Keyhüsrev adına yaptırılmıştır. Bu eserin
kapısının karşısında bir XIII. yüzyıl yapıtı olduğu sanılan Selçuklu
Medresesi kalıntıları vardır.
Zincirkıran Türbesi: Yivli Minare'nin kuzeyinde ve üst
bahçededir. Şekil olarak Selçuklu tarzındadır. Fakat dış yüzeyinin sade
olması, pencerelerinin bulunması, içindeki mezarlığın aşağı seviyede
olması özellikleri ile Osmanlı Türbeleri karakterini taşır. 1377 yılında
yaptırılmış olup 3 adet mezarı korumaktadır.
Nigar Hatun Türbesi: Yivli Camii'nin kuzeyindedir.
Altıgen bir plan üzerine yapılan Türbe'nin sade bir görünümü vardır.
Selçuklu tarzında olan Türbe 1502 yılından kalmadır. Zincirkıran
Türbesi'nin batısında bulunan yapı Mevlevihane olup Alâeddin Keykubat
tarafından 1225 yılında yaptırıldığı sanılmaktadır. Kitabesi
kaybolmuştur. Onarım görmüştür. Günümüzde güzel sanatlar galerisi olarak
kullanılmaktadır.
İskele Camii: Yat Limanı'nda bulunan küçük ve şirin bir
camiidir. Ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Kale içi restorasyon
çalışmaları sırasında yeniden düzenlenmiştir.